James Lyer Vigoureux Esrar Dairesi Çalışanı
Mesaj Sayısı : 32 En Belirgin Özellik : Cesur, Akıllı, Centilmen Kan Durumu : Safkan Gerçek Ad : Necdet Kayıt tarihi : 21/03/11
Karakter Bilgileri Özel Yetenek: Quidditch Mevkii: Büyücü Gücü: (48/100)
| Konu: James L. Vigoureux Ptsi Mart 21, 2011 7:07 pm | |
| Ad - Soyad: James Lyer Vigoureux Örnek RP: - Spoiler:
Bu hikâye diş perisinden korkarak düşen dişlerini yutan bir çocuğun hikâyesi aslında karanlık odada uyuyamayan kapısının altından gelen ışıktan bile korkan bir çocuk. Yatağını korkusundan ıslatan hatta bunun için bakıcılarından bile dayak yiyen bir çocuk, karanlık odasında yalnız başına kaldığında kaçırılmaktan korkan yorganına sıkıca sarılan bir çocuk. Oyuncakları ile oynamayan hatta bakıcılarının oyuncaklarının canlanacağını söylemesinden korkarak onları eline alamayan bir çocuk. Brian kaderi zengin bir çocuk olarak doğmak ama çocukluğu iğrenç iki bakıcının ellerinde olan küçük bir yeni yetme. Henüz 4 yaşına geldiğinde dayaktan dişinin birisinin kırılmasını engelleyemeyen babası neden dişinin kırıldığını sorduğunda düştüğünü söylemek zorunda bırakılan. “Küçük anne ekmek var mı?” şişman üzerinde hizmetçilerin giydiği elbiselerden bulunan kadın küçük çocuğun kafasına okkalı bir tokat atarak “Çık şuradan pislik daha yeni yedin bıraksam beni de yiyeceksin aç gözlü” çocuk ağlayarak mutfaktan çıktığında arkasında bıraktığı kadına nefret ile baktı.
Aile kavramı baba yâda anne bunlar başında olsa belki bu aptal insanlardan dayak yemek yerine zengin çocuklarının yaptığı gibi emirler veriyor olabilirdi. Anna adında henüz yeni ergenliğe girmiş ilk bakıcısı erkek arkadaşı ile sevişirken Brian onları gördü diye işkencelerini sıklaştırmıştı. “O aptal ağzını sıkı tut velet, eğer bunu birine söylersen seni öldürürüm” elleri arkasında yüzüne gelen sert tokatları yerken söylenenlere kafa sallamak ile meşguldü Brain. Babası Tom Deucalione zenginliğin sınırlarını çoktan aşmış bir adam küçük bir kasabada doğmuş ama babasının arazisinde benzin rezervi çıktığında zengin olan tek babanın oğlu. Şımarık yetişmenin vermiş olduğu rahatlığı yaşı ilerlemesine rağmen devam eden dengesiz hareketlere sahip ve en önemlisi paranın her şeyi satın alınabileceğini düşünen bir adam, hatta sevgiyi bile satın alabileceğini zanneden. Brian’ın annesi Jenny Deucalione, babası vali olan ve annesi tarafından aşırı asil yetiştirilmeye çalışan çocukluğu annesi ve asillik arasında sıkıştırılmış bir kadın ve etkileri yaşlanmasına rağmen devam eden bir kadın.
Brian’ın ablası Juilan Deucalione asalak arkadaşları ile partilerden çıkmayan babasının parasını yattığı erkek arkadaşlarına yedirmek ile meşgul lisedeki adı ile ‘Özel Juilan’ ona bu lakabı takmalarının tek sebebi yattığı bütün erkekleri özel olarak adlandırması. Brian’a kalan evde iki tane bakıcı birisi daha önce bahsettiğimiz okul yüzünden Deucalione malikânesinde yatılı kalan Anna, 20’li yaşlarında ne kısa, nede uzun denebilecek bir boya sahip saçları uzun siyah ve gözlerinin üzerine dökülen kâkülleri ile ve ağzından düşürmediği ‘efendim’ kelimesi ile acımasız bakıcı. Brian’ın ikinci bakıcısı ise Anna’dan en az 10 yaş daha büyük olan Yvelentae Rusya’dan kaçak olarak gelen ve çalışma izni bile olmadan malikânede kendine iş bulan baba Deucalione’in geceleri yanına uğramayı çok sevdiği ve Brian’ın koyduğu lakap ile ‘Matkap’. Bu lakabı ona parmağı ile Brian’ın yanaklarını delmeye çalışmasından sonra takmıştı. Yanaklarının gerçekten delinmesine ramak kala ailesinin opera’dan dönmesi ile kurtulmuştu ama aynaya baktığında dilinin rengini yanağında görebildiğine yemin bile edebilirdi.
Brian bu kadar işkenceleri annesine anlatmak istemişti aslında bir gün altını ıslattı diye yediği dayaktan ağzı kanadığında annesinin yanına koşarak gitmişti ama annesi bırakın Brian’ın yüzüne bakmayı söylediklerini dinlememişti bile o anda daha önemli işi olan zengin arkadaşları ile poker oynuyordu. Brain'ın yüzündeki kanları fark eden komşularında Flaira teyze annesine "Jen Brian' baksan iyi olacak ağzı kanıyor" Jenny elindeki kartlardan 2 saniyelik kafasını kaldırıp baktı. Tekrar elinde bulunan kartlara dönerken bağırdı "Anna, Brain'ı buradan alın burnu kanıyor" dedikten sonra arkadaşına döndü ."Arkadaşları ile oynarken olmuştur, her zaman oluyor" kadınların hepsinin ağzından çıkan konuyu anlamış nidaları eşliğinde "Ah bu çocuklar gençliğimizi aldı" diğer şişman ve her bulduğu altını boynuna ve ellerine takıştıran kadın "Gençlik demişken yeni bir bahçe görevlisi aldık” kadınlar gülüşmeye başladığında Brian’ın yanında beliren Anna çoktan kolundan tutuğu gibi dövme odasına çekmişti bile onu.
Dövme odası adında bu odada bir çocuğa yapılacak tüm işkence aletleri gizlenmiş olarak vardı. Küçük bir depodan bozma bu odada küçük bir sopa, küçük bir tane demir kayış at üzerlerinde takılmak adına alınmıştı ama Brian’ı dövmek için kullanılan. Dövme odasında şikâyet dayaklarından bir tanesini yedikten sonra hemen odasına çıktı. Annesinin sözleri kafasına yer etmişti yâda dayağın etkisi ile kulağının kalan son sözler onlardı ‘Arkadaş’ ama Brian’ın tek arkadaşı babasının bilinçsizce aldığı vampir bir bebekti. Vampir bebek ‘Kurtarıcı’ adında bu bebek odasına geldiğinden beri bir kez Anna’yı korkutmaya yetmişti. O günden sonra Brian ‘Kurtarıcıyı’ yanına alarak uyuyordu ki Anna ona gizlice yaklaşmasın ve güzel bir uyku çeksin. Brian onu zamanı gelecek ve bu işkencelerden kurtaracak olan bebeğe sıkıca bağlanmıştı. Büyümeyi çok isteyen bir çocuk olarak yetişiyordu büyümek onun için kurtarıcı bir iksirdi bu iksir boyunu uzatacak kolları kuvvetlenecek ve onu her gün dövmeye yemin etmiş Anna ve Yvelentae kollarından tutuğu gibi dışarıya atacaktı. Belki havuzlarında boğabilirdi. Büyümenin iksirinden içmişti bir kere ezik çocukluğu onu ergenliğe sürüklerken Yvelentae kum karası atları olan ‘Gözyaşı’ tarafından yaşlanmasından yararlanarak çiftelemiş duvara kafasını vurunca ölmüştü.
Ölmesi üzerine Anna’nın Brian’a tek başına artık bakabileceği düşünülerek başka bir bakıcı alınmadı. Yvelentae’nın ölümünde hazırlanan küçük cenazeye katılmak için zorlandığında üzüntülerini sunmak adına tek başına ölülerin açık tabutta ziyaret edilmesini için odaya girmişti. Tek başınaydı üzerine zorla giydirildiği siyah takım elbiseleri ayağında parlak siyah bir ayakkabı ve saçları çiftliklerinden bir ineğin salyalar akarak yalamış gibi kafasına bastırılmıştı. Odaya girdiğinde kahvenrengi içi beyaz kadife ile kaplanmış tabutun içini görmek için yan tarafa konulmuş olan ayak basma yerini eline aldı. Genelde boyları küçük insanların tabutun içindeki cenazeyi görmeleri adına konulan tahtadan yapılmış ve her ayak darbesi ile biraz daha kirlenen boy uzatıcıydı daha doğrusu Brian ona bu ismi takmıştı. Ellerine boy uzatıcıyı alarak tabutun önüne geldi oraya bastı ve yükselti artık boyu uzamıştı ama tabut saygıdan dolayı yukarıda duruyordu nede olsa Deucalione’lere hizmet etmişti. Brian kadının yüzüne baktığında aklından bir sürü şey geçiyordu. Yine aynı elbiseleri üzerindeydi tek fark Brian’ın annesinden daha önceleri çaldığı ama annesinin onları Yvelentae’ye verdiğini söyleyerek kandırmayı başardığı altın bilezikler ve kolyeler vardı.
Brian kadının kendine yaptığı işkenceleri hatırlayarak boy uzatıcıdan indi yan tarafta bulunan küçük bir kavanozu aldı. Pantolonun fermuarını açtı ve içine işedi. Kavanozun ağzını kapattı tekrar boy uzatıcıya çıktı. Kadının yüzüne biraz döktükten sonra yanı başına kavanozu iyice sakladı. Ölü bedene deydiğinde hissettiği soğukluk karşında şok olmuştu nasıl olurdu da bu kadar şişman bir kadın bu kadar soğuk olabilirdi. Brian kadının yanaklarına işaret parmağına dokunmaya başladığında arkasından açılan kapı ile korkarak elini çekti gelen babasıydı kalın sesi ile “Hadi Brian bu kadar yeter” dediğinde üzerine üzgün bir hal takınarak odadan babasının açtığı kapıdan tekrar çıktı. Cenazede oldukça keyifliydi kiliseye girdiklerinde söylenen ilahi ile ayağa kalkmışlardı o sırada gülümseyen yüzü kendisine bakan Anna ile ciddi bir ifadeye takındı. Cenazeleri sevmeyen bir çocuğun ilk defa bir cenazeyi uğurlarken bu kadar sevinmesindeki sebep psikologunun da dediği gibi ciddi travma göstergesiydi ama annesi buna aldırış etmemiş babası ise doktora biraz daha para önererek güzel bir ilaç vermesini sağlamakla geçiştirilmişti.
Okul daha öncede söylediği gibi küçük zengin çocuklarının kimin babasının daha çok mal varlığı var kavgasına girdikleri uyumsuz bir alandı. Nasıl olurdu da böyle aptal bir yerden akıllı bir fert çıkabilirdi ki bunu beklemek aptallık derecesinde ümit etmekti. Okuldan çıktığında her zamanki saatinde kapıda bekleyen şoförüne selam vererek lüks otomobilinin kendisi için açılan arka kapısından içeriye girdi. Genelde uzun olmayan bu yolda şoförleri sevimli Bob ile konuşmayı çok severdi. Bob belki malikânede Brian’a tek iyi davranan insandı onu dinler ağlamaması gerektiğini söyler bir gün geldiğinde bu eşsiz zenginliğin sahibi olacağını söylerdi. En önemlisi de arada sırada bir hamburgercinin önünde durur ve en büyüğünden hamburger alırdı. Baba kavramını yakalama çalışsanız Bob’un üzerinde o kırıntıların hepsinin yapıştığını görebilirsiniz. Bir Cuma günü ayini için erken salınan öğrencilerden olmanın vermiş olduğu rahatlıkla Bob’a seslendi sırt çantasına yan tarafa atarak. “Bob bana bugün büyük bir pizza alır mısın?” “Bak birde nezaket dersinden ‘A’ aldım. Düşünebiliyor musun o yaşlı bunaktan, bu harika kutlamalıyız.” Yaşlı adam yoldan başka bir yere bakmıyordu Brian durumdan tedirgin olmuştu. Genelde böyle biri değildi önemli haberlerden sonra Brian’ı tebrik yağmuruna tutardı ve bu an o tebrik yağmuruna tutulması gereken anlardan biriydi.
Ama Bob’un sesi çıkmadığında Brian öne eğildi Bob’un yüzünde endişeli bir hal vardı. “Bob, ne oldu sana? Neden suskunsun ve neden ev yoluna döndük?” Bob’un yüzündeki endişe kelimelerini de etkiliyordu “Küçük bey sizi direk eve götürmem söylendi” Brian şok olmuş gibi “Ne, ne ama neden kutlama var ve sen bana ne zamandan beri küçük bey demeye başladın” Bob dikiz aynasından baktı. Gözlerinde her zamanki parlama yoktu sönük bir ışık bile yoktu “Biri bizim gezmelerimizi babanıza söylemiş ve aramızdaki bazı konuşmaları, babanız beni gerektiği gibi uyardı” ve ekledi “küçük bey” Brian koltuğunun arkasına kendini bıraktı ağzından bir sürü küfür çıkıyordu. Küfürlerinin sonlarına ise hep aynı ismi koyuyordu ‘Anna’ Brian “Kesin Anna denen sürtük söylemiştir” dedi. Bob “Sakın o kadınla uğraşma evlat, sakın” ‘Evlat’ işte Brian’ın duymayı istediği sözcük, küçük ama etkili bir söz Bob’a dikiz aynadan bakarak “Tamam” dedi.
Evlerine yaklaştıklarında Brian çantasını omzuna taktı kendisi için açılan kapıdan hızla çıkarak evin yolunu tutu. Ön kapıdan girmek yerine arka kapıyı tercih etti genelde Anna’nın iğrenç suratını görmemek için bu yolu tercih ederdi. Arka kapının kilitli olmaması Brian’a ek bir avantaj sağlıyordu. Kapıyı sessizce açıp içeriye süzüldü belli ki mutfakta Anna tehlikesi yoktu hızlı ve sessiz adımlarla büyük odadan odasına kaçmak için ilerledi ama kulağına babasının bağırma sesleri geliyordu. Odasının kapısı biraz aralanmıştı Brian babasının odasına yarım açık kapıdan baktığında Anna’nın babasının karşısında durmuş ağladığını gördü. Ne oluyor diye düşünmeye fırsat bile kalmadan babası elini kaldırdı ve Anna’ya sert bir tokat attı. Anna’nın ağzının kanadığını görebiliyordu babası sinirden kıp kırmızı olmuştu. Giydiği siyah takım elbisenin içine giydiği beyaz gömleğin eşliğinde tezat oluşturuyordu. Bağırıyordu “Git sürtük o çocuğu aldır” Anna ise buna rağmen daha fazla ve hıçkırarak karnını tutuyor “Hayır, o benim onu asla aldırmam” Tom daha fazla sinirleniyordu belki Anna’yı öldürür umudu ile Brian daha bir odaya girmeye çalışıyordu. Görünmek istemiyordu görünürse neler olabileceğini de biliyordu. Şiddet gittikçe artıyordu babası sinirden kravatını bir kenara attı gömleğinin düğmesini açtı üzerindeki ceketi çıkardı ve fırlattı. “Kadın benden ne istiyorsun, sana para veririm sana istediğin kadar para veririm artık burada çalışmanda gerekmez istediğin her yerde yaşayabilirsin, yapman gereken basit o karnındaki piçi aldır” Anna ağlıyordu diz çöktü ve Tom’un ayaklarına sarıldı “Yapma aşkım, lütfen bu çocuk senden bana armağan onu benden almalarına asla izin vermem” “Para yâda başka bir şey umurumda değil, bu çocuk senden bana armağan” bağırmaya başlamıştı. Babasından bir çocuk peydahlamak akıllıcaydı hayatı artık istediği kadar rahat geçecekti. Brian’ın nefreti katlanıyordu, katlanmakla kalmıyor daha da öte bir yol almaya başlamıştı.
Bağrışmalar, sözler anlamsız gelmiyordu Brian’a yaşının büyüdüğünün ailesi bilmese de kendisi biliyordu. Yaşı 13 olmuştu bile ne kadar büyüdüğünü kendisi bile şaşırıyordu ama bilinçaltındaki o dayaklarla yaşamanın vermiş olduğu eziklikle ne kadar büyüyebilirdi ki, bazen yine yatağını ıslatıyordu. Değişen tek şey yatağını hemen kendisi topluyordu. Odadaki bağrışmalar devam ederken babasının gözü Brian’ın olduğu yere kaydı, gözleri kocaman açıldı ve bağırdı “Brian buraya gel” nasıl olurda babasına görünmek kadar büyük bir salaklık yaptığına kendiside hayret ediyordu. Ayaklarını sürükleyerek yarım açılmış kapıyı sonuna kadar açtı ve ayaklarını sürükleyerek iki koltuklu bir ahşap masanın önünde durmuş iki yetişkine yaklaştı. Kafasını öndeydi babası Brian’a yüksek sesle “Ne zamandan beri oradasın sen?” Brian’ın sesi korkudan dolayı çatallı çıkıyordu “Ben şey, ben çok olmadı yeni geldim aslında” Babası bunu inanacak mıydı, babası inansa bile Anna buna asla inanmazdı. “Odana çık Brian ve bunları unut.” Tamam, anlamında kafasını salladı ve arkasını dönerken yerde dizlerinin üzerine çökmüş Anna’nın yüzünü gördü.
Gözlerindeki sinir, nefret ve daha fazlası ile Brian’a bakmıştı birkaç saniyeliğine Brian bu işin bu kadar kolay olmadığını o birkaç saniyeden anlamıştı. Ayaklarını sürükleyerek odadan çıktı, kafasında sadece Anna ve ondan gelecek bir sürü olay vardı. Odasına çıktığında üstünü değiştirdi, akşam yemeğine inmedi odasına gelen hizmetçiye uyuyacağını söyledi. Gecenin bir saatinde acıkmıştı etrafın durulduğunu insanların bu saate malikânede gezinmek yerine sıcak yataklarında olacaklarını düşünerek açlıktan bağırmaya başlayan karnını doyurmak için mutfağa doğru harekete geçti. Odasından çıktığında annesi ve babasının yatak odalarının önünden geçerken bir bağrışmanın var olduğunu duydu ve kapıyı dinelemeye başladı. Annesi “O ** burada kalmalı Tom” Tom’un sinirleri yeterince gergindi ve sesi çatallı çıkıyordu “Kalmasın para verelim gitsin o karnındakini de aldırmalı” annesi babasından daha sakindi “Hayır Tom bir hata yapılmış ama bunu kimsenin öğrenmesine gerek yok ve bunu saklamamız için o kadını burada saklamalıyız”
Tom söylenenler karşısında düşünmüş olmalı ki biraz sessizlik oldu sonrada “Ya karnındaki” diye sessizliği bozdu. Kadın sakinlik ile “Bırakalım doğursun üstüne gidersek bizi habercilere yem eder sende biliyorsun” Brian konuşmanın en hararetli yerlerini kaçırmıştı belli ki ama duyması gerekenlerin en önemlisini duymuştu. Anna babasından bir çocuk doğuracaktı ve doğal olarak üvey kardeşi olacaklardı. ‘Bu olamaz’ diyerek mutfağa indi, yemek yiyecekken iştahının kaçması önemli değildi karnı da artık ses çıkarmıyordu o da kalbi kadar sessizleşmişti. Ayaklarını sürükleyerek tekrar odasına çıktı. Yatağı her zamanki gibi tüm yorgunluğunu atmak için en ideal yerdi yanına vampir bebeği kurtarıcıyı da aldı. Bebeğini göğsüne yasladı ve rahat yatağında biraz daha yayıldı. Gördüğü şey neydi? Karanlık her şeyin bittiği yerde mi başlıyordu? Uyku derin siyah bir havuz gibi sularına çekerken Brian’ı gözlerini yumdu ve kendini suya bıraktı. Artık bir krallık sahibiydi rüyasında, artık geçmişin saçma sapan saplantılarına sahip değildi.
Uyuyordu ta ki sessizliği bölen kapının yavaşça açılma sesi ile kapısının yavaşça açıldığını duyduğunda yarım uyur bir halde gözlerini açtı. Kapıya arkası dönüktü odasına giren ışığı fark etmişti belki annesiydi üzerini öretmeye gelmişti ama bu fazla iyi niyetli bir düşünceydi anlaşılan. Kapı tekrar örtüldüğünde annesinin gittiğini zannetti derin ve eşsiz uykusuna tekrar dönecekken sağ tarafına gelen ağır bir darbe ile yerinden sıçradı. Acının şiddetinden bağırmaya çalıştı ama bağıramadan tekrar gelen darbe ile yataktan düştü. Kafasını kaldırıp ona acımasızca vuranın kim olduğuna baktığında onu hemen tanıdı Anna elindeki demirden yapılmış sopa ile Brian’a vururken ağzından kısık sesle “Demek baban beni döverken zevkle izlersin öyle mi seni küçük velet” “Seni geberteceğim piç kurusu” sopayı salladı bu sefer sopa Brian’ın sol koluna isabet etmişti. “Demek babanın beni dövmesi hoşuna gitti öyle mi?” Brian kendini korumaya çalışıyordu ama karanlık bir oda ve her yerine isabet eden ardı arkası kesilmeyen sopa darbeleri ile sarsıntı yaşıyordu.
Dışarıya çıkmalıydı kaçmalıydı, üzerine doğru bir hamle yaptı, Anna’yı itekledi, kapıyı açtı ve kendini dışarıya attı. Ne yapacaktı burada kalıp bu işkencelere tekrar katlanamazdı ailesi Anna’yı göndermezdi. Karnındaki babasından olma bir çocuktu ve Brian yine bu işkencelere katlanmak zorunda kalırdı. Gecenin geç saati olması umurunda bile değildi kapıya doğru koştu, kapının hemen yanında duran ayakkabı dolabından en sevdiği spor ayakkabıları kaptı üzerine de uzun paltosunu geçirdi ve dışarıya çıktı. Koşuyordu, koşması gerektiğini düşündüğü için koşuyordu işkence ve ızdıraptan kaçmanın bir yolunu sonunda bulmuştu çocukluğun acısı ile dağlanan ayakları şimdi koşmaları için daha fazla çaba sarf ediyorlardı. Küçük ayakları birbirinin arkasını izlerken sanki kaçmasını istiyorlarmış gibi biraz daha uzuyorlardı. Ormanlık alana doğru koşuyordu kaçışı karanlığın içine doğru muydu? Karanlık onun kurtarıcısı mıydı? Orman derinliklerinde onu saklayabilecek kadar büyük müydü? Sorular beynini kurcalarken kendini ormanın derinliklerine atıyordu.
Tek bildiği artık özgür hissediyordu sabah kalkmayacaktı işkence asla ama asla çekmeyecekti artık özgürdü. Ciğerlerindeki yanma hissini bile hissetmiyordu, özgürlüğe giden bu yolda çektiği çilenin hiçbir anlamı olmadan koşarak oradan uzaklaşıyordu. Küçük ağzından çıkan hırıltılı solumak bile küçük ciğerlerine hava akımını sağlamaya yetmiyordu. Karanlıkta yolunu bulmanın tek yolu hisleriydi, hızla atan kalbi ona karanlık yolun sahibi gibi yol gösteriyordu. Kalbinden gelen aydınlık karanlık yolda gözbebeklerinden ışık olarak çıkıyor yolunu aydınlatıyordu. ‘Koş, koş, koş’ ağzından çıkan birkaç küçük sözcük bunlardı sadece bunları söyleyebiliyordu. Neden kaçtığını bilmiyordu, nereye gideceğini de, bildiği tek şey koşması gerekiyordu. Karanlık bir yamaca geldiğinde ayağı takıldı yere düştü, düştüğünde elleri, ayakları yere sürtülmeden ötürü acımıştı doğruldu ve tekrar koşmaya başladı. İlerde bir mum ışığı ile aydınlatan kulübeyi görünce oraya doğru koşmaya başladı. Tekrar ayağı kaydı ve düştü bu sefer düşüşünde başını küçük bir taşa vurmuş olacaktı ki ayağa kalktığında anlından akan sıcak sıvı gözlerine geliyor, gözlerini yakarak yanaklarına iniyordu. Oradan da boynundaki terle birleşerek vücuduna dağılıyordu. Elinin tersi ile anlındaki ıslaklığı sildikten sonra tekrar koşmaya başladı. Kulübenin önünde kayarak durduğunda kapıyı oradan da mum ışığı ile aydınlatılmış pencereye baktı. Kapıyı çalarak yeni bir esarete mi girecekti yoksa özgürlük için yeni bir umut muydu? Bekledi düşündü ve harekete geçti.
Düşmeden dolayı parçalanmış pijaması ve kanayan elleri ile ilerledi kapıyı çaldı. ‘Tok, tok’ içerden ses gelmeyince tekrar ve daha sert bir şekilde vurdu kapıya ‘Tok, tok, tok’. İçerden gelen ayak sesleri elişliğinde kapıdan bir adım daha geriye çekildi. İçerden “Bu saate kim bu densiz” kapı yavaşça açılırken ışık ile gözleri kamaştı ve kıstı. Brian içeriden çıkan adımı büyük bir yaratık zannetti başta, o kadar heybetliydi ki kapıyı bile kaplıyordu. Adam önce yukarıya sonra aşağıda duran Brian’a baktı bekledi ve sordu “Ne var çocuk?” Brian durdu “Ben şey kayboldum da” adam çocuğa umursamaz bir bakış attı “Bana ne” Brian şok olmuştu. Neye uğradığını şaşırmıştı böyle soğuk bir adam nasıl olurdu. “Ama şey ben birazda acıktım” adam bekledi tekrar “He o zaman şöyle yapalım geldiğin yere doğru tekrar koş orada sana yemek verecek bir geri zekâlı vardır.” Adam kapıyı büyük bir hızla örtmüştü. İnsanlar ne kadar acımasızdı, ne kadar bencildi insanlar büyüyünce çocukluklarını mı unutuyordu? Brian bekledi, tekrar kapıyı yumrukladı, içeriden adamın küfürleri duyuldu sonra kapı yeniden açıldı.
“Ne var çocuk, ne istiyorsun” Brian cesaretli miydi yoksa koşmak onun küçük beyninde büyük bir hasar mı yaratmıştı bilinmez ama adam doğru bir adım attı ve bağırdı “Sen ne kadar salak bir adamsın be, ben küçük bir çocuğum yaralıyım ve de açım” soluklandı adama doğru biraz daha yaklaştı ki aslında korkmalıydı adam heybetli mi heybetliydi tıpkı bir hayvan gibi kokuyor bir o kadarda büyük duruyordu. “Ama sen o kadar kibirlisin ki beni içeriye almıyorsun” adamı belinden itekledi ki adamın sadece orasına boyu yetiyordu, adam bir adım geriye gitti Brian sinirli bir şekilde adamın yanından sıyrıldı ve içeriye girdi “Çekil şuradan” dedi adamın yanından geçerken. Adam ne olduğunu anlamadı ama yüzündeki asabiyet gitmiş yerine şaşkınlık ve hoş görü gelmiş gibiydi. Küçük eski ahşap bir masa yanında duran iki tane eskimiş sandalye vardı.
Oturmak için özenli davranılmamış iki çift çekyat vardı ki üzerlerindeki rengin solduğu için çok kirli gözüküyorlardı. Bakışları duvardaki hayvan başlarına takıldı, korkutucu görünüyordu. Nasıl bir insan öldürdüğü hayvanların başlarını duvarına süs eşyası gibi koyardı ki? İçeriye girdiğinden beri adamın ayak izlerinin yerde belli olduğunu fark etti ne zamandan beri ev silinmiyordu? Bu mikrop yuvasına girdiğini annesi duysaydı kesin onu evden kovardı ama kimin umurundaki dedi kendi, kendine zaten o hapishaneye artık geri dönmeyecekti. Sandalyelerin bir tanesine küçük bir kitap bırakılmıştı Brian inatla o sandalyeye yöneldi ve onu yerinden aldı masaya koydu oturdu. Adam yavaş adımlarla küçük bir ahşap dolaba ilerledi oradan bir pamuk ve küçük bir şişe ile birlikte Brian’ın yanına geldi. “Ufaklık seni öldürmediğim için gerçekten şanslısın” dedi diğer sandalyeyi Brian’ın karşısına çekti oturdu.
Pamuğu eline aldı küçük cam şişeyi açtı ve pamuğu ıslattı Brian “Bu iğrenç kokuyor” adam aldırış etmeden yarasına sürmeye başlamıştı. Acı dişlerinin zonklamasına bile neden oluyordu. Daha öncede bundan büyük acılara tahammül ettiğinden olsa gerek ses çıkarmadı. Adam bu duruma hayret etmiş olsa gerek “Ya çok güçlüsün yâda acıyı hissetmiyorsun?” Brian bekledi adam anlındaki yarayı temizledikten sonra “Güçlüyüm” demekle yetindi. Gerçekten güçlümüydü yoksa acılara alışmak ona büyük bir avantaj mı sağlamıştı. Adam pamuk ve şişeyi tekrar yerine götürürken “Ee, evlat söyle bakalım annen baban nerede ve en önemlisi senin bir adın var mı?” Brian konuşamayacak kadar yorgundu ama sorulara şimdi cevap vermesi daha sonra vermesinden iyiydi.
“Elbette bir adım var benim adım şey” bekledi adını gerçekten söyleyecek miydi ya onu bulurlarsa bekledi ve hemen uydurdu “Adım Bob ve annem babamda yok onlar öldüler” adam sandalyeye karşıdaki koltuğa otururken Brian’ın yüzüne baktı. “Annenin ve babanın ölümüne seviniyor gibisin evlat” Brian hemen lafa girdi “Hayır, sadece öldükleri için onlarla beraber ölmeye gerek duymuyorum” adamın yüzündeki tatlı tebessüm yerini acı aldı “Ölüm ile ilgili bilmediğin çok şey var evlat, çok şey.” Brian susmayı tercih etti sadece önüne bakıyordu. “Acıktım” diyebildi sadece bunları söyleyebiliyordu, adam işaret parmağı ile masada duran pis bir kabı göstererek “İçinde biraz bir şey var ye bakalım Bob” Brian’ın yeni adına alışması zor olabilirdi ama buna deyebilirdi “Tamam” dedi. Önüne çektiği tabağın içinde biraz tavuk eti kalmıştı yemeye başladığında adamın horlamasını duydu, yemeği bitirdiğinde ellerini yıkamadan direk diğer çekyata geçti uzandı ve uyudu. Ne kadar rahat uyumuştu yâda ne kadar sakin bir hayatı olacaktı bilmiyordu ama bu pis çekyatta yatmak malikânedeki rahat yatağında yatmaktan daha huzurlu ve daha mutluluk vericiydi. “Uyan bakalım uykucu Bob” büyük adamın elinde odunlar vardı. Adam ilerledi ve şömineye odunları attı.
Brian kalktı doğruldu üzerine pis bir battaniye atılmıştı. “Şurada sana kıyafetler var ailen yok diye burada kalacağını umuyorum” “Yoksa gidecek bir yerin var mı?” adam bunları sorarken neden bu kadar umutla bekliyordu? Bilmiyordu ama nereye gidebilirdi ki? “Hiçbir yere gidemem gidecek hiçbir yerime yok sana sığındım” adamın odunları atarken gülümsediğine yemin bile edebilirdi. “Benden çok şey öğreneceksin evlat o zaman çok şey” adamın sözleri ile yemek hazırlamak için ayağa kalktı. Önce yeni kıyafetlerini giydi ki bunlar sanki bir kız elbisesi giyidi ama önemsemedi sadece bir kıyafetti giydi ve yeni yaşamına soyundu.
6 sene geçmişti bu kulübeye geleli ve Aimar ile tanışalı kocaman bir 6 sene neler değişmemişti ki 19 yaşına girmiş bir delikanlı olmuştu ve en önemlisi artık bir baba şefkatini tatmış evlat olabilmişti. Bu küçük kulübenin tek sahibiydi artık baba dediği Aimar’ın tüm iş yükünü yüklenmişti. Odun keserek geçimlerini sağlıyorlardı Brian yeni adı Bob ormana giderek ağaç kesiyor ve satıyorlardı. Aimar Brian’a çok bağlanmıştı kapısına ilk geldiğinde kovduğu çocuk olarak görmüyordu onu şimdi evladı yerine koyuyordu. Birkaç kez buraya gelerek Brian’ı aramaya gelen insanlar olmuştu ama Aimar isim yüzünden tanımadığını söylüyordu. Resimlerini de birçok ağaçtan kendisi sökmüştü. 20. yaşına girecekti aslında daha önce girmişti ama doğum tarihini değiştirmişti buraya ilk geldiği günden saymaya başlamıştı. “Doğum günün kutlu olsun evlat” dedi eski halinden eser kalmayan ve yaşlılığın her zerresini hisseden Aimar “Teşekkür ederim baba” diyerek boynuna sarıldı Brian Aimar elinde bir anahtarı salladı. Kapıda duran eski külüstürü doğum günü hediyesi olarak Brian’a vermişti. Hayatları huzurlu geçiyordu gün geçtikçe Aimar yaşlanıyor olabilirdi ama hayata burada tutunmuştu ve artık o zengin bir ailenin çocuğu değildi yaşlı ve huysuz Aimar’ın ikinci çocuğuydu. İlk çocuğundan asla bahsetmezdi bir kız çocuğuymuş öğrendiği sadece buydu. Konu kızına geldiğinde çok sinirlenir bağırır ve dışarıya çıkardı Brian’da onun üzerine asla gitmek istemezdi.
2 yıl sonra
22 yaşına basmış geleceği oduncu olan yetişkin bir adamdı. Odun keserek hayatını geçirmekten aşırı mutlu oluyordu. Neden zenginliği istemiyordu biliyordu çünkü burada mutluydu ve bu mutluluğu hiçbir zenginliğe değişmeyecekti. “Baba hadi ormana götürüyüm seni biraz ağaç kokusu sana iyi gelecektir yaşlı kurt” Brian Aimar’ın koluna girerken, Aimar tebessüm ile ayağa kalkıyordu “Gidelim oğlum, belki bu yaşlı bedene eski günleri yâd etmek iyi gelir” arabaya binip ormanın içlerine doğru girdiler. Eski günlerini yâd eden adam havayı iyice içine çekti, derin, derin nefes aldı. Brian arabayı durdurdu gidecekleri yerlere gelmişlerdi. “Baba inecek misin yoksa arabada mı bekleyeceksin?” Aimar “Arabada beklesem iyi olur evlat içimde bir sıkıntı var ve sende dikkat et lütfen” Brian gülerek “Her zamanki işimi yapacağım baba” “Hemen döneceğim” diye ekleyerek arabadan indi. Arkasından bir ses “Oğlum, Bob zincirini arabada unutmuşsun” Brian arkasını döndü arabaya koşarak geldi “Teşekkür ederim baba” dedi zinciri aldı ve tekrar ormanın derinliklerine doğru ilerledi. Garip bir ses fısıltı şeklinde kulaklarına geldi. ‘Brian’ ‘Brian’ ‘Brian’ testereyi kapattı. Bekledi ve bekledi kulakları ona oyun mu oynuyordu? Bu ismi duymayalı çok uzun zaman olmuştu. Kimse ona bu isimle seslenmeyeli çok zaman geçmişti. “Kim var orada?” ses gelmedi, sessizlik şimdi duyduğu tek şey sustu.
“Kim var orada, şakam yok elimdeki alet seni ikiye bölebilir ses ver” “Beni bölmek için o aptal şeyden fazlası gerek” bir kadın ona doğru yaklaşıyordu. Bir kız harika ötesi güzelliği dergilerden fırlamış kadar harika ve pürüzsüzdü. Tek yapaylığı beyaz teniydi ama o da o kadar yakışmıştı ki güzelliğini pekiştiriyordu. Giydiği mavi kot pantolonun üzerine kırmızı ‘Hactor’ yazılı tişörtü eşliğinde atkuyruğu yaptığı sarının en güzel rengi saçlarıyla Brian’a yaklaşıyordu. Brian şaşırmış şekilde “Ne istiyorsun benden ve benim adım Brian değil Bob” kız yaklaşırken “Senin adın Brian Deucalione ve sen zengin züppe bir çocuksun” Ne? Nasıl biliyordu bu kız bunları Brian elindeki testereyi yere bıraktı ve kıza yaklaştı tuhaf kokuyordu kan gibi, kızın gözlerine baktığında kırmızı bir renk olduğunu gördüğünde bir şok daha yaşadı “Buda neyin nesi böyle” dedi ve arabaya doğru koşmaya başladı. Ağaçları iyi tanıyordu koşabildiği kadar hızlı koşuyordu derken bir ağacı dönmüştü ki kız onu kolundan tutuğu gibi başka bir ağaca fırlattı.
Bunu yaparken tek elini kullanmıştı Brian uçarak ağaca çarptı ve tekrar yere düştü kadın uçarcasına Brian’ın hareket edemeyen vücudunun üstüne oturdu ve iğrenç tırnaklarını yüzünde gezdirerek gülümsüyordu. “Demek Aimar’ın gözdesi sensin öyle mi?” kız ne kadar ağırdı Brian kızı kaldırmak için tüm gücünü kullansa da köklü bir ağacı kaldırmaktan daha büyük bir güç gerektiriyordu. “Aimar’dan sana ne, ne istiyorsun benden?” kızın gözlerindeki kırmızılık daha kötü bir hal almıştı, canavardı o canavardan daha kötü bir yaratıktı melek gibi görünen ama şeytanın ta kendisiydi. İğrenç bir kahkaha ile “Aslında bana hiç kızım demedi biliyor musun?” Brian şaşırmıştı “Ne” Kız “Evet, benden hiç bahsetmemiştir ve bana hiç kızım demedi” Brian “Sen onun kızı mısın?” Kızın kahkahası tüm ormanı kasıp kavurdu “Evet o bunağın evden kaçan kızıyım neden kaçtım öğrenmek ister misin sevgili oğlu?” Brian bekledi kız konuştu “Bana kızım diye sarılmazdı, bana seni seviyorum demezdi, bende ne yaptım biliyor musun sevdiğim ile kaçtım ama gel gör ki o da vampir çıktı ve beni dönüştürdü” Brian şok olmuştu ne diyordu vampir mi? Vampir diye bir şey ancak masallarda adı geçen iğrenç yaratıklardan başka bir şey değildi kız devam etti.
“Vampir olmamın tek suçlusu arabada öldürdüğüm ve sana içten oğlum diyen adam” Brian şok olmuştu Aimar’ı öldürmüş müydü neden konuşamıyordu ki? Sesi yok olmuştu. “Babama bir sürpriz yaptım kızını görmeye dayanamadı. Eh baba yüreği bunu kaldıramadı onun tadına bakamadım ama oğlunun yani benim yerime geçenin tadına bakarsam ölmüş yaşlı bunak Aimar’a büyük saygı olur” yüzüne yaklaştıkça Brian bağırıyordu ama şok sadece göz bebeklerini oynatmaya yetiyordu. Yaklaştı sessizce “En iyisi seni benim gibi yapmak bu babama daha büyük bir saygı olur” sağ boynundan kopan et parçasının acısı ile büyük bir çığlık attı Brian. Yavaşça vücudundan akıp giden kanı hissediyordu, kanı gidiyor muydu yoksa yerine başka bir şey mi doluyordu? Kadın kendini zorla geriye çekti “Imm, tadında güzelmiş Brian, şimdi benim gibi ol ki babam oğulcuğuyla gurur duysun” üzerinden kalktığında Brian olduğu yerde kaldı. Kız kayıp giderken Brian inleyerek ölmeye başlamıştı. Ölüyordu evet çünkü hiçbir uzvunu hissetmiyordu. Soğuk bedenini ele geçirirken hareketsiz kalıyordu. Ölüyordu ve ölüm onu ele geçirirken elinden hiçbir şey gelmiyordu.
Susuzluk… Boğazında kuruluk, ellerinde kuruluk, gözlerinde ise bir ağrı vardı. Gözlerini açmaya çalışınca fazla ışıktan kaynaklı olsa gerek gözleri kamaşıyordu. Boğazındaki anlamsız kuruluğun sebebi neydi? Yavaşça doğruldu buraya ne zaman gelmişti. Kaç gündür uyuyordu? Kaçan kız neredeydi? Babası Aimar hala yaşıyor muydu? Onu kurtarabilir miydi? Ayağa kalktı ama bir terslik vardı tabi buna terslik denirse fazla hafif bir vücudu vardı bir balerin edası ile ayağa kalkmıştı. Yürümeye başladığında hızlı hareket ettiğini fark etti nasıl bu kadar rahat olabilirdi? En son gözlerini kapattığında ölüyordu. Ölmüş müydü? Ama hala yaşıyordu çünkü tüm canlıların seslerini duyabiliyordu, hatta karıncaların bile ayak seslerini duyabildiğini bile iddia edebilirdi. Arabayı görmüştü biraz daha hızlandı ve saniyenin onda biri bile olmadan arabanın yanında belirmişti. ‘Baba’ diyebildi sadece sağ eli kalbinin üzerinde başı öne eğilmiş teni beyazlamış ve şişmişti.
Aimar her zamanki heybetini kaybetmişti kırlaşan saçlarını yüzünden çekti Brian Aimar’ın kafasını kaldırdı. Gözlerindeki şaşkınlığın sebebini anlamıştı. Kızı tarafından ihanete uğramıştı ve onu tekrar görmenin vermiş olduğu şaşkınlıktı bu, ölüm ne kadarda yakışmıştı. Brian’ın gözüne Aimar’ın boynunda parlayan altın bir kolye takıldı. Daha önce onu hiç görmemişti ne zamandan beri oradaydı bilmiyordu ellini attı ve hiç güç kullanmadan çıkardı. Karısınındı anlaşılan üzerinde yakut ve zümrüt taşlarından sadece F harfi yazılıydı. Brian ‘F’ nin anlamını bilmiyordu bildiği tek şey sadece Aimar’ın olduydu.
Uzun yıllar sonra…
Değişim ele geçirmeye başladığından beri uzun zaman geçmişti, insan olduğunu unutalı yıllar geçmişti. Elinde, eski hatıraların tek bir yadigârı ‘F’ harfi ile yıllarını geçirmişti. Birçok insanı öldürmüştü ne kadar acımasız olduğunu ne kadar değiştiğini kendiside bilmiyordu. Savaşlarından bir tanesinde kaybettiği kolyesi bakanlıkta çalışan aptal bir kadına hediye olarak verilmişti. Bulması gerekiyordu, bulması ona Brian olduğunu hatırlatacaktı. Brian olduğunu unutursa işte o zaman neler yapacağından kendisi bile korkuyordu. Bekledi, bekledi, bekledi kadının kokusunu daha önce almıştı ve nereye gitse o kokuyu tanıyabilirdi elbette kendine ait birkaç ufak sırda vardı. Madrid, ne kadar zamandır uğramadığı bu yere hızlıca ulaştığında kadının kokusu burnunda belirdi. ‘Imm’ onu bulmuş olmanın vermiş olduğu rahatlıkla ilerledi. Bekledi yine sabahı akşama bağlayan o muhteşem ana tanık oldu. Sonra bir mucize sanki kadın ölüm ile arasında bir bağ varmış gibi kendi başına ilerliyordu. Kana susamış Brian bekledi kadın mucizevî şekilde parka doğru ilerliyordu. Büyücülüğün vermiş olduğu his ile hareket ettiği kesindi Brian’ın ona yaklaştığını anlayınca arkasını döndü ve göz göze geldiler.
Hırs, öfke ve daha bir sürü neden ile Brian konuştu “Sende bana ait olan bir şey var şımarık bayan” bekledi kadının korkmasını bekleyerek “O aptal kocan onu benden çalarak sana verdi” kadın ne olduğunu anlamadan Freya’nın boynundaki ‘F’ harfini işaret etti ve kısık sesle “Ya onu bana ver yâda” dişlerini gösteriyordu. Etrafta kimse yoktu ve bu kadın akşam yemeği için oldukça iyi gözüküyordu. Başka bir sitede bana ait bir Role Play'dir. | |
|
Julian Lang Karanlık Sanatlar Profesörü
Mesaj Sayısı : 135 Yaş : 36 Gerçek Ad : Eren Kayıt tarihi : 13/07/10
Karakter Bilgileri Özel Yetenek: Quidditch Mevkii: Büyücü Gücü: (50/100)
| Konu: Geri: James L. Vigoureux Ptsi Mart 21, 2011 8:40 pm | |
| Anlatım (Akıcılık, betimleme, vs.): 24/25 İmla: 14/15 Görünüm: 10/10
Büyücü Gücü: 48/50 Puan | |
|